Ve neden ki?

Gayriresmî olarak 1992 yılında başlayan Şiir ya da kendi ifadem ile “dizeli şiir” konusunu 2011 yılının Ocak ayında bir nevi açık yapıt ile tamamlamayı uygun buldum. Açık yapıt diyorum çünkü ne bundan böyle şiir yayınlamak -en azından basılı olarak, ne de şiirlerimi yeni desteler halinde bölmek istiyorum. Okura büyük bir haksızlık olacaktır bu. Walt Whitman’ı (Leaves Of Grass) ya da divan yordamını ciddiye aldığımı söyleyebiliriz. En azından bir söylenti ya da bir çeşit lanet gibi aramızda yayılan “şiirin ölümü” hakkındaki o korkutucu hikayeden daha eğlenceli görünüyor bu durum, öyle değil mi?

Şiirin Ölümü’nü, çeşitli mahallelerde değişik biçimlerde anlatan kuşağımın şairlerinden, insanları bu yollar korkutup, İtibar satın aldıklarını biliyorum. Satın aldıkları itibarın önce kendileri için üst-baş, daha sonra da ahali için barınacak bir Dilsel Ev anlamına geldiğini söylemek gerek belki de. Bu haytalığın, bu zararsız görünen ticaretin taksitle yapılıyor olması ve ürün standartı konusunda hiç bir kalite ölçütünün ortada olmaması, biraz düşündürücü.

Okurların vitrinden vitrine, kanaldan kanala geçerken hissettikleri ile raftan rafa geçerken hissettikleri şey, şiir kitabının kaderini de etkiledi, öyle değil mi? Okur, artık ne bir hayata tutunma çabası olarak şiir zorunluluğuna tabi, ne de bir iletişim biçimi olarak şiirden medet umuyor. Denebilir ki, ne mutlu okura! Ne mutlu çünkü yüzyıllardan sonra ilk kez, kırarak, dökerek de olsa, kendi dilini oluşturabildi, iletişim kurabilmek için. Şiir, Unutulan’ın fazına geçti, hatırlananın değil.

7 milyon yıldır sırtına giyecek, karnına yiyecek, diline de konuşacak şey bulma konusundaki mahareti yanında Okur, hayatta kalma dürtüsünün örgütlenmiş Söz ile ilgili olmadığını, tam tersine Dağıtılmış Logo(s) olduğunu yavaş yavaş idrak ettikçe, Apollon tarafından Diyonysos tarafına doğru geçecek, kendisi için en berbat sayılabilecek deneyim için bir foton yumurtlar gibi, Şiiri söyleyecektir de. Kuşağımızın başının belası olan bu Verbomotor hal, bir ara hal olarak belki de, şairi hem hükümsüz kılan, hem de onu durmadan ve durmadan Felaket Vektörü’ne yerleştiren eşsiz bir haldir. 7 Milyon yıl önce olan, şimdi de olmaktadır, okur dedimiz tarihsel tür, hep şiirin karşısında olan konumunu terk etmektedir. (Toumaï olmuştur Okumai)

Şair olarak fark ettiğim şudur; her hareketin, her anın, Modern Kent’te, yedeğinde Kaybolmanın Estetiği ya da Negatif Estetik taşıma eğiliminde olduğudur. Çok sevdiğimiz bir şey ya da çok arzu ettiğimiz başka şeylere olan bakışımızın zorunlu bir çıktısı olan bu durum için Şairliğin bulunmaz bir imkan olması bir yana, en beter hallerden biridir de bu. Çoğu okur için gündelik hayatın her anı, başka türlü bir sınav, başka türlü karar alma süreçleri, başka türlü alışkanlıklar demektir. Okur olmak gibi en fazla 5 dakika süren bir hali (modus) uzatmak için Şiir Okuma Hapı icat edilmedikten sonra (bu biraz Şiir Kontrol Hapı’na benzer ama etkisi daha fazla olacaktır ve herkesi mutlu edecektir de) işimiz zordur. Şair, o bahsettiğim Kaybolmanın Estetiği ya da Yitenin Estetiği için kötürüm bir vaziyette, kaydetmek zorundadır. Zorlu bir iştir bu. Çünkü bir günün tüm verisini harmanlamak ve bundan Şiirsel bir Kompozisyon çıkarmak ne bir kerede olabilir, ne de yaşantılarımız bu tür bir “pause” imkanını bize verecektir. Vermez de. Bu bir görev olmadığı için Dünya’ya Tanık Olan Ben -kayıt etme işi için türlü türlü şeylerimiz var artık, telefonlar, kameralar, günlükler, ses kayıt cihazları, web siteleri vb.- kolektif anıların derlenmesi işi için, Dil’in ustaca kullanıldığı bir ekonomiden değil, tam tersi, olabildiğince savruk ve bereketli göstergelerle dolu bir Veri Ormanı’ndan besleniyor bir süredir.

Bu veri ormanı içinde çeşitli dalga boylarında, çeşitli bant aralıklarında çalışan yazın türleri mevcut. Fakat yetmiyor. Reklamın, reklamcının elinin altında hazırda duran ile, şairin, yazarın çileciliğinin ürünü olan tek boyutlu çizgi, sadece dikine ya da enine olan uzaklıkları ölçemeye yarıyor sadece; merkezinde şairin o mutlak ve can sıkıcı bakışının antikalığı. Gündelik-dışı alanlar ile gündelik-içi alanlar, fizik-metafizik ayrımı gibi, duygunun aşikaren ve vekaleten üretim/tüketimine yönelik gayet hastalıklı ve iç içe geçmiş süreçler olarak önümüzde duruyor.

Ütopyalardan çok daha az merhametli bir dünyada yaşadığımızı iddia edebiliriz.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.